28 Eylül 2010

adım kamuran by emin kitol

DAĞINIK BİR İÇ YÜZEYE SAHİBİM Son bir senemi, büyük acılar çekerek düzelttiğim hayatımı tekrar dağıtmakla geçirdim. Adım, Kamuran. Dağınık bir iç yüzeye sahibim. Bir senedir işsizim. Eskiden, benim için canlarını verecek dostlarım ve beni her şeyden çok seven bir sevgilim vardı. Şimdi, - onlara, aslında onları hiç sevmediğimi söyledikten sonra- hepsi benden nefret ediyor. Yirmi yıllık arkadaşım Kemal, beni işten attı. Onu suçlamıyorum. Çünkü senelerdir, Kemal’in karısını düşünerek otuzbir çekiyorum. Adım, Kamuran. Suçlayacak kimseyi aramıyorum. BÖLÜM 1: YOLCULUK Bundan on sene önce – bu yolculuğa çıkmaya karar verdiğimde- insanın, verdiği kararları kendisine karşı koruması gerektiğinin farkındaydım. Ankara’dan Antalya’ya yaptığım bu kaçış yolculuğu, düşündüğüm gibi hayatımı değiştireceğine, “şehrin karmaşasından uzak, sessiz bir tatil” bile olamadı. Benim, hiçbir şeyi başarma kapasitesine sahip olmayan karakterim, bu güzel fikri de başarısızlıkla sonuçlandırmıştı. Aslında ben Ankara’dan Antalya’ya hiç gidemedim. Gerekli her şeye sahiptim. Para, bıkkınlık, yaşadığım şehre alışamama, bir otobüs bileti… Ama ben, hiç böyle değişiklikleri kucaklayacak kadar cesur olamadım. Ankara’dan Antalya’ya yaptığım bu kaçış yolculuğu, bir otobüs biletiyle sınırlı kaldı. Adım, Kamuran. Hayatımda Antalya’ya hiç gitmedim. BÖLÜM 2: GICIRDAYAN YATAK İlk sevgilim beni terk ettiğinde, gıcırdayan bir yatakta oturuyordum ve terk edilmenin alnıma yazılmış olduğunun o anda farkına varmıştım. Alnımda “Beni Terk Et” yazıyordu. Bunu, o’nun gözlerindeki yansımamdan gördüm. Bereket, sigaramı yeni almıştım. O yatağa yatıp bir sigara yaktım. İçeriden gülme sesleri geliyordu. Onunkileri de duyabiliyordum. Bu, kötü bir şeydi. Ben, genç bir adamdım. Gelecekle ilgili kaygılarım vardı. O gün, o yatakta, o bir paket sigarayı tüketirken, kendime dair bir şeyleri de tüketmeye başlamıştım. Adım, Kamuran. Tüketecek hiçbir şeyim olmadı benim. BÖLÜM 3: BELEDİYE OTOBÜSÜ “Asla sola oturma bebek, asla sola oturma. Güneş gelir yüzüne, ağlarsın.” Bu şarkıyı lise üçte besteledim. Benim, belediye otobüsleriyle her gün yaptığım yolculukların felsefesidir. Güneş, sabahları bizim oradan Kızılay’a giderken de sol taraftadır; akşamüstü eve dönerken de. Onu anlatmak istedim. Belki de, bu dünyaya sadece bu şarkıyı ekledim şimdiye kadar. Bundan sonra da bir şey ekleyemeyeceğim. Bu yüzden, bu şarkıyı benden başka kimsenin bilmiyor olması sevindiriyor biraz beni. Sanki, Poe’nun bir öyküsünün tek kopyasına sahipmişim gibi hissediyorum. Ya da, herkesin aşağıladığı bir adamın, kimsenin bilmediği, iyi bir yanını biliyormuşum gibi. Adım, Kamuran. Sapına kadar bencilim. BÖLÜM 4: GRİ ŞEHİR Ankara, gri bir şehirdir. Yıllardır, hayatım demeye içimin el vermediği şeyi yaşadığım bu şehir, kışın karlı günlerinde bile, iç bunaltıcı, gri bir renge bulanır. Bu grilik bazen öyle bir hal alır ki, insan hiçbir şey göremez olur. Her şey, gri bir şehrin arkasında, siluetler halindedir. Ankara’da yaşayan insanların çoğunun, mecburiyetten ve sevmeden bu şehirde yaşıyor olması belki de bu sebeptendir. Oysa ben Ankara’yı hep sevdim. Ve insanların bu şehri sevmiyor olmaları beni hep rahatsız etti. Burada, insanların yüzündeki ifadesizliğe bakıp onları aşağılayabiliyorum. Bu beni o kadar mutlu ediyor ve rahatlatıyor ki… hayır. Aslında burası bir rahatlama şehri değil. Ankara, benim için, yalnızlık ve sigara demektir. İnsanlar arasında ve sigarasızken bile. Adım, Kamuran. Yalnızlığımı, hep “çok yalnızım” diyerek giderdim. BÖLÜM 5: BEKLEYEN (SARI ADAM) Hayatım boyunca, hayatımı değiştirecek bir şeyler bekledim. Piyangodan büyük ikramiye, büyük bir miras, “keşfedilmek”. Beni bir şeyler için uğraşıp didinmekten kurtaracak herhangi bir şey. Bekledikçe bekledim. Sonunda öyle bir yere geldim ki, beklesem de aynı şeydi, devam etsem de. Trafik lambalarında, kırmızı adam durur, yeşil adam yürür. Peki sarı adam nerdedir, ne yapar? Sarı adam aranızda dolaşıyor, ne yaptığını bilmeden. Adım, Kamuran. Hiç piyango bileti almadım. BÖLÜM 6: YIKINTI Bundan beş sene önce bir insan yıkıntısıydım. Çok eski evlerin, bir yüzyıl boyunca yavaş yavaş dökülmesi gibi, hiç fark ettirmeden yıkılmıştım. İşlevsizleşmiştim. Okulu bitirmeme çok az kalmıştı ve derslere girmiyordum. Bütün zamanımı evde oturarak geçiriyordum. Oysa evde oturmak bile istemiyordum. Parasızdım. İnsanlardan borç alıyor ve ödemiyordum. İnsanlara sözler veriyor ve tutmuyordum. Hiçbir şey hissetmiyordum. Kız arkadaşım, onu sevdiğimi sanıyordu. Sevmiyordum. Sevmiyor olma duygusunu bile hissetmiyordum. Sebepsiz yere bir yıkıntıya dönüşmüş olmam beni iyice yıkıyordu. Hayatımın aslında, bu yıkıntıya dönüşme eylemi olduğunu çok sonraları fark ettiğimde, hiç şaşırmadım. Adım, Kamuran. Hiç kimseyi sevmedim. BÖLÜM 7: GRİ Her şeyi griye boyamak ona o kadar çok yakışıyordu ki bazen onu gördüğümde içime bir acı saplanıyor, bu acı beni içinde bulunduğum boşluktan yeni bir boşluğa çekip çıkarıyor ve mutlu olmamı sağlıyordu. Benim içimde, dış yüzeyimle kendisi arasında bir katmanda kıvıl kıvıl hareket ediyordu bazen de. Ben, o her şeyi boş vermiş halimle bir yandan okuldan mezun olup iş bakarken, bir yandan da onun peşinde dolanıyordum. Hayatım, bir düzene oturmuş, son hız yerinde sayıyordu. Ona aşığım diye kendimi kandırarak, bir parça daha kaçıyordum acınası benliğimden. Ona hiç de aşık olmadığımı fark ettiğimde, onu ilk gördüğüm andan on saniye sonraydı. Adım, Kamuran. Sadece kendimin acımasını hak ediyorum. BÖLÜM 8: OTOMATLAŞAN BEDENLER Sevgilinden ayrıldın üzül, takımın yenildi sinirlen, maaşın yattı sevin, sabah kalk akşam yat, boş zamanlarında kitap oku, haftada iki kez banyo yap vs. vs… Günlerimi otomatlaşan bedenler arasında bir robotmuş gibi yaşıyor olmak beni hep yaraladı. İnsanoğlu ruhunu ne zaman kaybetti biz ne zaman suyu çıkarılmış gariban portakal kabuklarına döndük buna tabii ki kimse cevap veremez. Ama ben size insanın portakaldan ya da kabuğundan öte bir şey olduğunu büyük bir gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ben bu kabuklardan birinin –kendimin- bir şekilde terkedilmişliğinden, boşluğundan ve çürümüşlüğünden kurtulup tekrar portakallaşabileceğine hep inandım. Ben insanın uzun süredir hapsolduğu kaçışsız??? gündelik yaşamın alışkanlıkları hapishanesinden kaçmaya karar verdim bir gün. Adım, Kamuran. Hayatım boyunca her şeyden hep kaçtım. BÖLÜM 9: TANRIYLA ARAMDAKİ BAĞ Sıradan insandan bir fazlalığım olması için nelerimi vermezdim. İyi şarkı söyleyebilsem mesela, çok ünlü bir basketçi de olabilirim. İnsanların(m) arkamdan konuştuklarında iyi bir şeyler söylediklerine dair umutlarım olsa. Keşke bu kadar iğrenç bir varlık olmasaydım. Tanrıdan tek istediğim şey bana bir özellik bahşetmesi. Adım, Kamuran. Tanrıya inanmıyorum. BÖLÜM 10: ÖZE DÖNÜŞ Biz insanlar hayatımızı kendimize ve başkalarına söylediğimiz yalanlar, oynadığımız oyunlar ve bunlara benzer bir dizi dolandırıcılığın üstüne kurmuşuzdur. Benim bir sene süren ve hala süren bu öze dönüş serüvenim işte bu düzenbazlıkları bir açığa çıkarma ve onların altında yatan özümü keşfetme çabamdır. Her şeye anneme telefon edip aslında tanrıya inanmadığımı söyleyerek ve özür dileyerek başladım. Annem aslında hepsini bildiğini söyledi. Ben de telefonu kapatıp uzun süre güldüm. Yıllardır boşu boşuna ailemin yanında başka bir adama dönüşüyordum. Sevgilimi arayıp onu sevmediğimi söyledim bana bağırdı. Kemal’i arayıp karısıyla ilgili fikirlerimi söyledim. Beni işten kovdu. Sonra dün ekmek almaya çıktığımda adamları kolumu kırdı. Bir tanesi de şeyime çok sert bir tekme attı. Bereket Kemal solak olduğumu sanıyordu. Onu yirmi yıldır böyle kandırıyordum. Daha sonra arayıp solak olmadığımı söyledim. Tanıdığım herkesi arayıp onları hiç sevmediğimi sevemediğimi onlarla olan bütün ilişkimin aslında menfaat ilişkisi olduğunu itiraf ettim. Her itiraftan sonra küçük bir de itiraf ekliyordum. “Anne tanrıya inanmıyorum.”,”Biliyorum oğlum.”, “Bir de sümüğümü yiyorum bazen.” “Kemal karını düzmek isteğini içimden atamıyorum.”,”Ne!?”,”Bir de tuvaletten sonra kıçımı silmiyorum.” Böyle böyle bir senede yıllarımı harcayarak edindiğim arkadaş çevremi ve sahte kimliklerimi, büyük oranda yok ettim. Artık gerçek Kamuran’ı yalanlardan oluşan o koca yığının altından çıkardım sayılır. Artık adımı söylerken yüzüm kızarmıyor. Çünkü artık adının Kamuran olduğunu söyleyen kişi gerçekten de Kamuran. Adım Kamuran. Geriye bir tek kediyi evden atmak kaldı. BÖLÜM 11: SON Adım Kamuran. Elinde hiçbir şeyi olmayan bir adamım. Son kibritimi rüzgar söndürdü. Son sigaramı da yerdeki su birikintisine düşürdüm. Şimdi, kendimi sürüklediğim bu hiçbir şeysizlik uçurumundan düşerken, ben, Kamuran, mutlu ve huzurluyum. Adım Kamuran. Artık varım.

kırık küllüklere ve buzdan ellere

ikiye böldüm kalbimi
sonra üçe sonra dörde
fırından yeni cıkmıs sıcak
taze
disleyin beyler
kanı aksın elbette akacak
-------------------------------------

kavşak

hep gidilir
yolların sonu vardır
hep sorulur
cevaplardan kuleler yapılır
o ilk dokunuslar
davet eder
ve dokunuşlar
dokunuşları cagırdıgında
beyin susturur soruları
yolları biter bir askın

sonu yok..

her dişli çarkın ucuna
birer kelebek asıldıgından beri
düşler salınamaz sokaklarda
geceleri kelepçesiz bırakmışlar
sinsi ve saldırgan olur
seytanı da göze nasıl güzel görünür gecenin!
kandırır umutları gece
kederlerim nasıl da nasipsiz gercek hatalardan
hata nerede?
utancımı kaybediyorum bu da oldu işte
cok üzgünüm
sucum yok
kelebekler cırpınıyor günahsız
ve öylesine
üstelik bildirimsiz cezalar bunlar
önce carkınıza tükürdüm
sonra bi şarkınız bile yoktu acı acı güldüm

şıpşıp

kafamda bi karmaşa var.ifade edemiyorum.hem çocuk hem ermiş gibi hissetmek.yeni bir hayat aramak yine..ama cok yorgun olmak..ve hep bir korku:ölecegini bilen sinekler gibiyim heran.onlardan farklıyım aslında onlar bilmiyor seziyor..inadına alabildigine ucuyorlar..ucmak güzeldir de bi kelebege yarasır uçmak ve sadece bir sineksen şu hayatta carptıgın duvarlarda izin kalır ancak.sıkılıyorum ben bu işten.hergün aklıma gecmişten sözler düşer oldu.sıkıldım gecmişte yasayan yaslılar gibi davranmaktan.hergün gelecegimin kaygıları doluşuyor beynime sıkıldım cocuk gibi hayatımı planlayamamaktan.sıkıldım kendimden vızzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz..

conta

bi aşk daha besteleniyormuş
kaldırım tozlarına bulanarak
kaldırımlar hoyrat
en az iki metre boyumdan büyük bu kaldırımlar
haksız değil
kaç ruh yalpalıyor şuanda
üretim hatası var
kalbim kansızdırıyor
aşksız değil
aşksız olamadığından bahtsız
bi gülüşe kanayım yine
yine uzunca bakayım
istiyorum
kavisleri bol gölgesi derin bi adamın
kalp atışlarını duymak için çırpınıyorum yine
düşlerimden sesiyle uyanmayı
bir kuyudan lekesiz bir göle dalar gibi sesini duymak
sıcaklığına bulanmayı seviyorum
uzak şehirde bulunan tanıdık yüz
bir çocuğun ilk yürüyüşü
şen şakrak bir şey bu
seviyorum sevmeyi
yalnız yine kalbim kan sızdırıyor
contasız

sahici

sahi benim gözlerim de var..
karışık saçlar
ipsiz uçurtmalara bu şarkı
özgürlük nerde başlıyordu sahi
uçurtmalar gördüm
sahi benim ellerim de var..
müzik diyorlar resim diyorlar..sanat diyorlar
sen at tut ve işte burdasın
herkesin kaçtıgı yerde
-terkedilmişlik gibi
-yüz çevrilmişlik gibi
ruhum buruştu
sahi benim ruhum da var..
anne benim kokum yok
ve bi melek görsem yemek isterdim
-ne de olsa hep film replikleri kadardır hayat
uyumak istemezdim
gözlerim olsaydı
ellerim ve ruhum olsa
yeterince üşüdüm hayat buysa
özgürlük masalı çok
özgürlük misali görmedim
gözlerim kayıp artık
huzur çalkantısız bi gölmüş
giden varsa beri gelsin
ben sözlerimi kaybettim
artık ellerim yok yazmayı size bahşettim
uyku vakitleri
dar yataga kaç dünya sıgar
rüyalar olmasa hayat yetmezdi
karışık saçlar
ipsiz uçurtmalara bu şarkı
özgürlük nerde başlıyordu sahi
uçurtmalar gördüm
sanki her uykuda biraz gözlerimi hatırlıyorum
sanki ellerim oluyor yine el sallıyorum oradan
hoşgeldin ruhum

mazi

anıların köküne ulaşmıyor cımbızım
cımbızı gecede buldum..
sokak yansıyordu o gece suyun üzerine..
yakamozunda sokak lambalarının yüzüme baktım
aynadaki kaçtı
boş boş baktım
kendimi bıraktım
bi bilenim yoktu çünkü
bi duyan bi görenim yoktu
sanık tanık yargıç hakim hepsi benim
kendimi her gün öldürmekten şikayetçiydim
tanık yetersizdi kendimi şartlı bıraktım
aynasız kalacaktım
anıların köküne ulaşmıyor cımbızlar
derisi dikenli
sünger gibi ağzıyla bir yaratık benim merakım
öldürdüm onu ve ardıma bakmadan kaçtım
sokaklara indim
yağmur çamur olmuş bir gecede
anılarımı göğe saldım
on yıl geçti
bu öykü yarım kalsın
anılarımı istemiyorum
bunca caba niçindi?
mürekkebim bitti öyküm serim aşamasında yarım..

korku

korkumu bulsun.. hadi nişan alsın damarıma
kör kütük sarhoş olamayanım ben..
beni gömsün bi köşeye belki bulamaz ama olsun!
gün ışıgı bana ırak artık toprak üstüne hiç çıkmayasıca varlıgım acınası halde kalsın
gözbebegime saplı bi kursun benim ruhum kanatır bedenimin seffaf özsuyunu her gün yastıga
herseye razıyım söyleyin ona
korkumu bulsun;

deli'l of snr

Her şeyden önce ölüm ve şehvetin kaçığıydım. Kötürüm bir tavşanın sırtından döküntülü bir flamanla, gamlı ve gafil, hakikate fışkırdım. Bana en yakın olan fi tarihinde boyna dolanan otların, kaynatılıp lodosa karışan otların mahcupluğudur. Ellerim mağdur gövdemde yankılanan dağınık ellerin kopuk izlerinden. Ama sütleniyorum kendime dokundukça, uğursuz bir bereket beliriyor böylece kayboluyor avurtlarımdaki rüzgârgülü. Benim sütkızımdır rüzgâr. Ölümün peşinden koşan sağır at, ölümün peşinden koşan suskun yankı ve ortaçağ kalıntısı bir çiçek iyi bilir bunu. Düşürüldüğüm tuzağı hatırlıyorum; gövdemi ve yaralı sesleri özendirdi sessizlik, geceyi ve yağmuru dinlendiriyordum ayaklarımda, işte o vakit çıktılar dudağın yarıklarından, gırtlağın boynuzlarına uzanan baykuşun gözlerinden, kulağıma fısıldadılar beni. Ateş beni yaladı, toprak açtı altında kalmış bir savaşın haykırışlarını. Çünkü son oyununda ellerini kesen bir hokkabazdım, doğanın ve aşkın tuttuğu bir sözü bozdum. Cehennemden kovuldum ve içimden geçen rüzgâr bir yola koyuldum. Fakat şehirlerde yürütüldüm hep, çoklukla çalkalandı dilim, gizlendi vadilerin ve bozkırların masumiyeti dipsiz uykularımda. Ama yürünebilen bir ölümdü sessizlik, içilebilen gözkapaklarıydı şehvet. Sonra aldım onları sazlıklı karanlıklar üzerine düşen gölgelerime kapattım. Uyudum tüm ölümler boyunca, her doğumun inleyişlerini duyana değin. Saçlarımı mağaralara uzatıp sinsice dolaştım şehir haritalarında. Tuba ağacına tırmanmak için iki kervan veba geçirdim, iki vakit Nil. Kölelere su verdim avuçlarımla, sonra kıvrıldım kırbacın ucundaki kadınlara, irkildim tuğlalar arasında. Başka birinin bedeninde can çekişmenin telaşına ve güney yelindeki kanatlarıma vâkıf usun salgıdaki urlarına gecelerce yamandım. Usulca geçtim mezarlardan, bir bebek yumdu göz kapaklarımı lodos sıyırdı parmakları yüzümden ama göz kapaklarımız ona ulaşamadı sesimizi ve parmaklarımızı unuttuk orada.

gök yarıldı çamura can verildi

linç edilmem için artık tüm deliller elde

kazandım nefretini fahişelerin

lanet ediyor bana bakirelerde

sözlerim var köprülari geçirmez

kimseyi ateşten korumaz kelimelerim

kılıçsısızm saygım kalmadı buğday saplarına

kimin ülkeisnden geçsem cesur ve onurlu diyecekler

halbuki suskun ve kederkiyim

.....

gelin bir pazarlık yapalım hey insanlar

bana kötü terkettiğiniz düşünceleri verin

bozuk niyetleriniz

kimsecikler

Beni gör. Senin için başladığım ilk yer burası olabilir. Varlığımı işaretle. Sana, nasıl bakıp nerenle göreceğine dair bir işaret gönderiyorum. Onun için önce gözlerimin içine bak. Orada senin için, hem yola dair izler var ve hem de içime dair yollar..." Beni gör; İçine akmam lazım. Dünyayı seninle birlikte senin içinden görmem, seninle birlikte yeniden başlayabilmem, içime ilmeklenmiş bu eskiden emanet masumsuzluk hissini seninle yenmem, yüzümün kirlerini ellerinle savuşturabilmem lazım. Beni tutarken düşmeden durabilmen, çelmelerime rağmen bana inanman lazım... Beni duy; Nefesim eksilmeden sana sesimi duyurmam lazım. Yüzümü kaç kez izledin şu aynadaki gölge oyunlarında, kaç kez yalanladım ben geçmişlerimi, kaç kez kucaklayıp öptüm kendimi. Ben her sensizliğimde sendeleyişimde, çocukluğumun kaldırımlarında, düşmemeye hevesli denge oyunlarında oynarken buldum kendimi. Kum saati bu seferlik sözlere kanıp durabilir mi ya da büyüdümse şimdi yıldızları eteğime düşürebilir miyim ki? Öylesine garip bir yetişememe duygusu kaplamış ki içimi, ben sokup atılamadıkça derinlerimden, susturulamamış kaygılara göz yumdukça, yalnızlığıma yaklaştıkça, gazetelerden harfler kırparak yaşıyorum sanki günlerimi. El yazım kendimden yorgun, kendime yabancı... Ne zaman bu kadar keskin oldu bu sayfanın beyazlığı? Artık gözlerimde mi yalancı? Yeterince kanatmadım mı kolumdaki çiçek izini? Karalanmış umutlarla doldurduğum omuzlar buruşturup attığım hayatlar yetmedi mi? Üç kere içtim ben bu sudan, hiçbiri senin kadar duru değildi. Yansıyanıma gülümseyişimden korkup da boz bulanık cümleler kurmasam belki hala benimleydin... Kim bilebilir ki? Artık geç mi bilmiyorum? Boğulmaktan da korkmuyorum, dudaklarımı çatlatıp yine de gülümsüyorum. Güneşim yakın biliyorum. Korkularımı yeniyorum, gitarımı da kutusuna koydum artık susuyorum... Dizlerimde tükenmez izleri, adını taşıyorum… Bana geleceğin günü bekliyorum... İnanması zor biliyorum ama yine de saçlarım esse senden biliyorum...

mecmua

uzak bi galakside çöpçülük yapan bi adam o gün erken paydos etmişti.avuç içindeki çizgilerle öylesine meşguldü ki kafası.. birden omzuna dokunan bi el ile irkildi kafasını bile çevirmeden kimsin diye seslendi.. hiç bir ses çıkmadı fakat uzay çöpçüsü bi isim düşündü, evet duymamıştı ismi düşünmüştü. "mecmua" ismi mecmua idi bizimki her şeyin siyah beyaza kestiği o anda konuşmalı mı düşünmeli mi ..nasıl iletişim kurmalı diye düşünerek arkasına döndü .. etrafta kimse yoktu, yerde bir zar duruyordu zarı eline aldı ve iceledi, bişey fark etti 1 ifade eden siyah noktada, dürbünden bakar gibi baktı 1 in içine, artık hiçbirşey eskisi gibi olmayaktı boyutlar ötesi bi karmaşaya dahil olmuştu bir anda. zarın herşeyi delip geçen bir görüş sağladığı açıktı.herkes mekanlarında en rahat halleriyle gözlerinin önündeydi.onun gibi önemsiz birisine mecmua bu zarı bırakıp yok olmuştu..sakinleşmeye ve durumu anlamaya çalıştı zarın içinde gördükleri karşısında duygu patlaması yaşıyordu. Farkındalık, sevinç, merak, tutku. Hemen tekrar baktı. Baktıkça heyecanlanıyor, terliyor ve gülmeye başlıyordu. Elleri titredi. Zar elinden düştü ve yerde sekmeye başladı, her sekişinde dönüyordu. sekmesi durduğunda 3 rakamı üstteydi. bunu tesadüfün rakamı olarak belirledi ve zar tutuşuna güvenerek zarı aldı tekrar fırlattı ve 6 sayısıgelecek mi diye bekledi.ama yo hayır!zar yine 3 ü gösteriyordu. tekrar tekrar deni fakat her seferinde 3 geliyordu. Zarı eline aldı ve 3 rakamının içine baktı her noktada aynı görüntü vardı fakat farklı zamanlarda ilerliyorlardı, görüntüler tanıdık geldi dikkatlice izlemeye deam etti ve bu hızlı hızlı geçen görüntüler arasında anımsadığı şeyler gördü, evet. bu onun anılarıydı. ilk delikte küçüklüğünden anılar vardı, ikicisinde omzuna dokunan elin karşısındaki tepkisini gördü az önce yaşadığı, son delikten ise kendisi vardı fakat yaşadıklarını hatırlamıyordu. Bu gelecekten görüntüler olabilir miydi ? 1rakamıyla maddeleri aşıyorsun..3rakamıyla zamanı aşıyorsun..bu zar hakkında bilgi edinmesi gerektiğini düşündü ve alelacele yerleşke bilgi kulesine doğru yola çıktı.orada gerekli dökümanlara ulaşabilirdi Hızlıca yerleşke bilgi kulesine koşarken ayağı takıldı, tökezledi. elinden zarı düşürmüştü. zar yerde sekerken onu izledi. durdurmak istemedi. öylece zarın yerde yuvarlanmasını izledi. sonra zar 5 rakamı üzerinde durdu. Merak fırtınaları içinde yere eğildi ve zarı tam eline alacakken, zar titremeye başladı. sanki içinde vahşi bir hayvan tıkılmıştı. sanki aşırı yüklenmiş gibiydi. acaba olması gerekenden fazla mı sallamıştı zarı ürpermişti.aklına çok eskiden kocamış büyükannesinin anlattığı olur-olmaz zarlarıyla ilgili hikaye geldi.bir anda! canlı bir zardı o evet..bu sırada zardan birtakım ışınlar da çıkmaya başlamıştı.biri farkederse diye düşünerek ayakkabısıyla zara bastırdı..ayagının altında hiç bir çıkıntı yoktu oysa.eyvah dedi zarı küstürdüm! bi an zarın titrerken yaydığı gerginlik yavaşça yerini sessizliğe bıraktı. ne olduğunu anlamaya çalışırken birden heryer simsihay ışıklarla doldu. Adeta bir disko gibi bütün odayı dolanıyordu siyah ışık. sonra her taraf simsiyah oldu. Bu karanlık değildi, gerçekten ışık kalmamıştı ortamda. tek bir foton bile. uzay çöpçüsü hafiflediğini hissetti ve ayakları yerden kesildi. yer çekimi de kaybolmuştu artık zarın içine hapsolmuştu! ve buradan yerleşke bilgi kulesine gidemeyecekti muhtemelen herşeyi kendisi çözmeliydi babaannesini düşündü tekrar olur-olmaz zarlarıyla ilgili ne anlattıgını anımsaya calıştı hızlı düşünmeliydi, babanesinin yüz ifadesi geldi gözünün önüne. Düşünmek oluşturur fakat kaderimizi düşünmek bizi kısır döngüye sokar işte bu yüzden zarlar sallanmalı derdi babanesi. Düşümek, düşünmek. mecmua ismini nasıl düşündüğü aklına geldi. Hemen konsantre olmaya çalıştı. odaklandı ve düşüncesi sabitledi. Yardım çığlıkları atıyordu düşüncesinde. birisinin kendisini bulması ümidi ile bu nafile bekleyiş zihnini durgunlastırıyordu yarı uykulu bi haldeydi.boşluktaydı işte ve onu duyacak kimse olmadığı ayan beyan ortadaydı..ta ki o cümle babaannesinin dudaklarından kulagına fısıldanıncaya dek.ne istediğine dikkat etmelisin ..sen zardan ne beklersen o sana onu verecektir! zarı gizlemeye çalışarak kendisini gizlemişti,zarın bu kadar ciddi olduguna inanamıyordu orada kaç saat kaldığını artık bilmiyordu bile. Karnı acıkmıştı. susamlı çıtır çıtır 2 ekmeğin arasında sulu bir biftek olsa ne de yerdi. Aniden rüyadan uyanır gibi irkildi. Mekan değişmişti aniden. az önce hayalini kurduğu biftek kokuyordu. Havada mis gibi mangal kömüründe pişmiş etin kokusu vardı fakan birşey göremiyordu pek etraf karanlık ve yerler çamur içindeydi. bulunduğu zemin basınca içine gömülüyordu. çok yumuşaktı ve sırılsıklamdı. birden fark etti havadaki koku yerden geliyordu. eğildi ve iyice kokladı. evet bir bifteğin üzerinde duruyordu. futbol sahası büyüklüğünde olmalıydı biftek. üzerindekide ekmek olmalıydı. Durumun garipliği zihninin sınırlarını zorlamıştı. bu kadarı ağır gelmişti birden, onu yordu. "olur-olmaz"demeyeceksin ne istediğine dikkat edeceksin!bu sözlerle öyküsünü bitirirdi babaannesi.yine o mükellef kahvaltı sofrasında büyükannemin yaptığı biftekli ekmeği yerken öykünün tamamını da dinleyebilsem herşey hallolur diye aklından geçirdi.ve işte oradaydı elleri neredeyse hiç çizgisiz 5 yaşlarında bir çocuk oluvermişti babanesinin yarım kalmış öyküsü devam ederken buldu. hemen dinlemeye koyuldu. babanesi tam devam edecekken. 5 yaşındaki bedenine girmiş çöçüye dikti gözlerini. sanki işgillenen bir kedi gibiydi. "Sen" dedi, kızgın bir şekilde "demek zarları kullandın" sanki 5 yaşındaki o bedene değilde direkt olarak içine konuşuyordu. anlamıştı adeta onun içinde olduğunu. babanesi o kadar tedirgin olmuştu ki elindekileri yere düşürdü. çöpçü korkmuştu hemen başka bişey düşünmeliydi o bedenden gitmeliydi. herşeyin en başına, zarı bulduğu anın öncesine gitmeye karar verdi ve düşündü sadece düşündü. gözlerini açtığında herşeyin başladığı yerdeydi. o oda, çöp kutusu, temizlik eşyaları herşey aynı yerindeydi. o sırada babanesi hemen kendisini toparladı ve cebindeki zarı çıkardı. çöpçü hemen eve gitmek istiyordu.tam adımını atmıştı ki birden omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. arkasını dönmeye korkuyordu. ve aklına birşey geldi. tek kelime. "MECMUA"

x

Gozlerimdeki yapis yapis bulutlara ragmen Kupkuru yalnizliklari isliyorsun zihnimde Hayallerimizi nehirlerle aniyoruz ancak Kumlarin uzerine ciziyoruz denizden uzak Kollarimi betonarme duvarlara gomup Duvardaki sogugu hissederek kaciyorum senden Mekanik sesler esliginde senin dans edip Koptugum sessiz nota araliklarinda nefes aliyorum Kirisleri kirip Nefret etmedigim evimden intikam aliyorum, Dipteki yosunlara el surdukce Sesin daha da yankilaniyor iskence edercesine Ice dogru kivriliyor yilan yavrular yumaklar halinde Kelebekler agaclari sakliyor Nefesimin golgesi gozlerimi asimile ediyor Ve gitgide buyuyen bir kaosun icerisinde sen Askimla en buyuk dusmanim halini aliyorsun.